Belh’ten Anadolu’ya göç eden bir âlimin çocuğu olarak Konya’da yetişen Mevlana Celâleddin-i Rumî vesilesiyle burada neş’et bulan Mevlevîlik, güçlü etkiyle kısa bir sürede Anadolu’da çok geniş bir şekilde yayılmış, Kafkasya’dan Mısır’a İran’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada günümüze kadar canlılığını devam ettirmiştir. İstanbul gibi bir kültür ve tasavvuf muhitinde doğan ve yetişen Tâhirü’l-Mevlevî, devlet vazifelerinin yanında yazdığı eserlerle özellikle de Mesnevî ve Mevlevîlik üzerine telif ettiği eserlerle kültür ve edebiyat tarihimizde önemli hizmetler îfâ etmiştir.
Kudemâ-yı Mevleviyye de Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mevlevîlik kültürü ve tarihi üzerine yazdığı önemli eserlerden birisidir. Müellif, bu eserini Menâkıbu’l-Ârifîn’de geçen derviş, âlim, zanâatkâr, edip, asker ve yönetici gibi muhtelif tabakalardan râvîleri tanıtarak unutulmalarını engellemek için yazmıştır. Mevlânâ’nın babası Bahâüddîn Veled ile Mevlânâ, Hüsâmüddîn Çelebi, Sultân Veled ve Ulu Ârif Çelebi zamanında yaşamış, onlara derviş olmuş şahsiyetleri tanıttıktan sonra rivayet ettikleri veya içinde yer aldıkları menkıbeleri de tercüme ederek eserini meydan getirmiştir.
Kudemâ-yı Mevleviyye, Tâhirü’l-Mevlevî’nin hayatında yıllar boyunca zihninin bir köşesinde duran bir Mevlevîler tarihçesi yazma düşüncesinin semeresidir. Vefatından 7 yıl önce, 67 yaşında iken 29 Eylül 1944'de tamamlanan bu eser Mevlânâ’nın ve oğullarının çevresinde yaşayan 124 Mevlevînin naklettiği veya içinde zikredildiği menkıbelerini ihtivâ etmektedir.
Menâkıbu’l-Ârifîn, Horasan mektebinin etkin olduğu bir coğrafyada ve zamanda yazılmıştır. Kudemâ-yı Mevleviyye ise telaşlı zamanlarda, yeni dünya görüşleri ile tanışıldığı, bunların tartışıldığı bir ortamda yazılmış; yeni fikirlere karşı savunma pozisyonu alan, fikrî olarak yeni ilm-i kelâm dönemine ait savunmacı bir itikadî sürecin ve zâhid sünnî telakkînin bir yansıması olarak okunabilecek bir metin olarak kaleme alınmıştır.