19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti, giderek hızlanan çöküşe bir çare olarak siyasi, askeri, sosyal ve kültürel alanlarda ıslahat yapma gereği duydu. Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla ilan edilen bu yenileşme hareketleri tabii olarak Osmanlı’nın zihnî ve mânevi dünyasını teşkil eden ilmiyye ve sufiyye arasında da karşılık buldu. Yüzyıllardır kendi geleneği içinde ihyâyı esas alan bu kurumlar batıdan gelen hızlı modernleşme akımlarına karşı önce savunmacı daha sonra hızlı bir şekilde yenilikçi refleksler gösterdiler. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra ilk defa sufiler tarafından tasavvuf içerikli mecmualar yayınlanmaya başlandı. Bu mecmuaların en uzun soluklusu ise 19 Mart 1909'da yayın hayatına başlayarak 161 sayı çıkan Cerîde-i Sûfiyye olmuştur. Derginin başyazarı Mustafa Fevzi b. Numan, dönemin tasavvuf çevrelerince tanınan bir münevver, umumen tasavvuf ve hususen mensubu olduğu Nakşibendîliğin Ziyâiyye kolu hakkında manzum eserler kaleme almış bir müellif ve Cerîde-i Sûfiyye başta olmak üzere dönemin gazetelerinde yazılar kaleme almış bir muharrirdir.
Mustafa Fevzi Efendi, Cerîde-i Sûfiyye’de 1913 yılının Eylül ayından 1919 yılının Ağustos ayına kadar toplam 86 makale yayınlamıştır. Derginin yayın politikasını ve niteliğini her yönüyle iyi bir şekilde temsil ettiği görülen Mustafa Fevzi Efendi'nin yazıları mahiyet olarak Cerîde-i Sûfiyye’ye ayna tutmakta ve nicelik olarak da Cerîde-i Sûfiyye’nin önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Yazarımız makalelerinde tasavvufun daha çok nazarî ve kısmen amelî konularını işlediği gibi dönemin sosyal hayatına dair tespit ve gözlemlerine de yer vermiş, müslümanca düşünme ve yaşama hususunda hassasiyet oluşturma gayesi gütmüştür. Cihan Harbi yıllarında kaleme aldığı yazılarda duyarlı bir muharrir olarak daha çok vatan, birlik, cihat gibi konuları ele almış, sosyal ve ekonomik sıkıntılara değinmiştir. Bütün bu mevzularda çözümün İslâm ahlâkına dönüş olduğu çağrısında bulunmuştur. Sûfi, asker, müellif ve muharrir kimliklerini kendinde toplayan müellifimizin yazıları çöküşler, inkırazlar, harpler ve nice sıkıntılarla dolu dar boğazdan geçen bir toplumun hayatına dair bir tanıklık özelliği de göstermektedir.