Düşünce/İnanç ilişkisi günümüzde değişik toplum kesitlerinde özellikle konuşan, tartışan bireylerde farklı algılanıyor. Dahası bir ilişki bağlamından çok karşıtlık taşıyan bir konuma oturtuluyor. O kadar ki, buradan kalkılarak inanan insanın, aydın/entelektüel olamıyacağı sonucuna varılıyor. Türkiye’nin gündemine de girerek bu sav, kendine seçkin bir yer arayan insanları kolaylıkla tanımamızı sağlıyor.
Bu kanı tümden yanlış olabilir mi? Hiç mi bir dayanağı yoktur bu yargının? Bir dayanağı vardır elbet, fakat iğreti, yani aldatıcı. Halkın inançlarından/akidelerinden yola çıkılarak varılan bu yargı bence önemli yanılsamalarla yüzyüzedir. Bir kez halkın inançları bir ikna oluştan kaynaklanmıyor. Halkın ya da inanmış gözüken yüksek tahsil yapmış çoğu insanın inançları, birer kült özelliği taşıyor. Temelinde güven yerine korku, endişe yatıyor. Kaybetmek korkusundan dolayı tartışamadığı bir takım dogmalara sahiptir. O yüzden değil midir ki, kendisine Din’ce sağlanmış kolaylıklara aklı yatmayınca, “Ben yine de öyle yapayım ne olur ne olmaz,” diyerek, ölesiye iğretiliklere yol veriyor. Henüz neyin nasıl olduğunu bilemeyen bir insanın, elbet aydın olmaya hakkı yoktur, mümin olmaya hiç yoktur...