Tek bir güçlü su damlası bir dünya yaratmaya ve geceyi dağıtmaya yeter. Gücü hayal etmek için derinlemesine tahayyül edilmiş tek bir damladan başkasına ihtiyaç yoktur. Böyle devingen hale gelen su, bir tohumdur; su, hayata sonsuzca bir gelişim sağlar. Suların dili doğrudan şiirsel bir gerçekliktir, dereler ve akarsular sessiz manzaralara garip bir sadakatle ses katarlar; gürültülü sular kuşlara ve insanlara şarkı söylemeyi, konuşmayı, yeniden konuşmayı öğretir ve sonuçta suyun sözüyle insanın sözü arasında bir süreklilik söz konusudur.”
Maddi tahayyülün en mükemmel maddeyi, saf maddeyi bulduğu suyun muhtelif çehrelerine şiir, sanat, edebiyat ve mitolojideki yansımaları üzerinden dokunan Gaston Bachelard, kâh insani kederin kâh gürültülü bir neşenin damlalarını serpiyor satırlarına. Suya dair sarsıcı sembolizmleri çözümleyerek, suyun poetikasının tezahürlerindeki birliğe çağırıyor okuru.
Kendisiyle birlikte bütün bir ormanı suda temaşa eden Narkissos’un, suda doğmak üzere doğan Ophelia’nın, suya dönüşmeyi ruhun ölümü bilen Herakleitos’un ve bize ölen yaşamı öğreten Edgar Allan Poe’nun sesinden sağdığı suyun akislerine kulak kabartıyor.
Durgun sular, duru sular, ışıldayan sular, şiddetli sular, âşık sular, uyuyan sular, sükût etmiş sular ve anneleşmiş sular… İmgenin gölgesinden kalbin arzularına akan “şeffaf alınlı” bu hayalet yalan söylüyor olamaz, değil mi?