Japonya’nın kuzeydoğu kıyısındaki Sendai kenti, benzersiz nefasetinin ve dört bir yanındaki güzelliklerin farkındaymışçasına, başını bir kraliçe edasıyla güneşe doğru kaldırırdı. Suların Pasifik’e aktığı bu yerde dalgaların kabardığı hiç duyulmazdı. Bu eşsiz güzellik karşısında Neptün bile öfkesini unutmuştu sanki.
Sendai yakınlarında Matsushima adında bir koy vardı. Doğa buraya bütün lütuflarını hesapsızca savurmuştu; koya boydan boya, beyaz yanları sulardan yükselen, yüzeyleri taşların arasında kök salan zarif çam ağaçlarına besin sağlayan mücevher misali kayalar saçmıştı. Bine yakın kaya olduğu söylenirdi. Hadakajima, yani Çıplak Ada denen ada hariç, tümü çam ağaçlarıyla süslüydü.
Tarihi tapınak Zuiganjii, sahilden birkaç yüz metre ötedeki bir tepenin dibinde bulunuyordu. Tapınağın çevresinde Sendai’nin eski derebeyleri olan büyük Date ailesinin mezar ve türbeleri vardı. On yedinci yüzyılın başında ileri görüşlülüğüyle Roma’ya elçi gönderen Date Masamune’nin devasa bir resmi de vardı burada. Türbeler genellikle tapınakların arkasındaki dizi dizi kayalık tepelerde oyulmuş mağaraların içindeydi. Uykudaki bu şerefli derebeylerinin mezarları etrafında kocaman, parlak renkli, meçhul çiçekler açardı. Tomi Dağı soylu başını geçmiş nesillerin zaferlerine saygıyla eğerdi. Hava gayet durgun ve serin olurdu. Sükûnet ise tüm bunları yüceltir, ilahlaştırırdı.
Onoto Watanna’dan içinizi ısıtacak, sımsıcak bir roman...