“Biz otantik, insanların gerçek ruhunu yansıtan, kısacası,
sahiden halka ait konular sayılabilecek gerçek belgelerin
arayışındayız... Daha önce hiç, bir günlük, bir otobiyograf, seni rahatsız eden birkaç problemi yazmamış olabilir
misin?... Seni okuyacak ve senin problemlerinle ilgilenecek
birisini kesin bulacaksın... Onu seninle tanıştıracağız ve
arkadaş olacaksınız, kendinizi daha özgür hissedeceksiniz.
Bugün iletişim kurmanın oldukça zorlaştığını göz önünde
bulundurursak, burada yaptığımız önemli bir şey.”
Her şey “Kütüphane”yle başladı. Ne kitap ne de gazete,
yalnızca otantik itirafların toplandığı bu mekanda herkes
birbirinin en korkunç en sahici, fltrelenmemiş ham ger-
çekliğini okumaya başlar. Şehrin sapkınları, meczupları,
içinde fırtınalar kopan normal görünümlü insanları ve
sonunda tüm şehir birbirinin anonim sırlarına maruz
kalmaya başlar. Ve kütüphane yavaş yavaş tüm şehrin
yaşamını yoldan çıkarır, önce sirke kokusu, sonra da uykusuzluk başgösterir.
İsimsiz bir anlatıcı “Torino’nun Yirmi Günü” olarak bilinen
ama hakkında hiçbir kaynak olmayan gizemli kitlesel
psikozu araştırıyor bu romanda. Yirmi gün boyunca kimsenin uyuyamadığı, uyurgezerleşmiş, cinnet geçiren şehrin mezarlığa döndüğü olayın üzerinden on yıl geçmiştir.
Anlatıcının tanıklarla ve sağ kalanlarla başladığı araştırma onu da Kütüphane’nin dehşet sarmalına çeker.
İtalya’da 1977’de yayımlanan bu distopya o vakit ilgi görmemişse de 40 yıl sonra tekrar basılmasıyla birden kült
statüsü edindi. İnternet çağı toplumunun kahini olarak
görülen Giorgio de Maria, sosyal medyanın ve iletişimsizliğin uykusunu, dikkatini ve haleti ruhiyesini unufak ettiği
yeni dünyamızı ‘Kütüphane’yle resmediyor.
“De Maria, Torino’nun Yirmi Günü’nde çağdaş toplumun
yalnızlığını, acımasızlığını ve röntgenciliğini onlarca yıl
öncesinde ve sinir bozucu bir doğrulukla öngörmüştür –
akıldan çıkmayan, ürkütücü derecede öngörü sahibi bir
roman.”
Carmen Machado