Her ne kadar Ruslar, her yeri doldurmuş olsa da buralar ona pek aşinaydı. Tuna gibi bir ulu nehiri, bulmuştu ya nihayet. Başlarında töbeteyleri ile güler yüzlü, konuksever tatarların arasında, bir ferahlık duydu. Çevresinde, kelebekler gibi uçuşan dil, ne tanıdıktı. Gerçi, hilallerin bağrına çakılmış haçları taşıyan, soğan kubbeleri görünce, bir felaketin is ve barut kokusunu da duyar gibi oldu. “Allah saklasın!” Ev sahipleriyle bir arabaya bindiler. Arabanın yanı başında, çekik gözlü yavuz biniciler at koşturuyordu. |
Onlara bakınca, atları üstünde Balkanlar’a yıldırımlar gibi yağan, kanatlı akıncıları düşünmeden edemedi. “Be mübarek küheylanlar! Düldül soyundan gelmişler de sanki… Şu Türk soyunu, uçurmak için… Bre cahil aşık! Sen ki, tarihin içinde, bir solmuş yapraksın.”