Alman filozof Martin Heidegger, “die sprache ist das haus des seins” demiş yani “dil, varlığın evidir”. Bu söz, 1968’den sonra Dünya çapında yükselen kültürel kimlik hareketlerinin özellikle dil hareketlerinin bir özeti olarak okunabilir.
SSCB ve Reel Sosyalizmin yarattığı hayal kırıklığı, ulus-inşa süreçleri, silahlanma yarışı, refah devleti ve ekolojik krizin yarattığı sorunlar ile kamusal alanda yeni bir tartışma filizlendi. Ulus-Devlet’in Küreselleşme sürecinde yaşadığı ekonomik ve siyasi aşınmaya koşut yaşadığı kültürel krizle birlikte farklı kimlikler ulusal kimliğin altından deyim yerindeyse baş vermeye başladı.
Türkiye’de bu sürecin çeşitli yansımaları oldu. Özellikle 2000’lerle birlikte etnik, dinsel ve cinsel kimliklerin ön plana çıkıp görünürlük kazandığı ve bazı taleplerle ortaya çıktığı görüldü. Kürt dili ile ilgili talepler de tarihsel geçmişi çok daha gerilere gitmekle birlikte bu yeni kültürel kimlik siyaseti ve post-modern jargon içerisinde kendisini yeniden ifade etmeye çalıştı.
Bu çalışma 2000’lerde ortaya çıkan ve kamuoyunda çok ses getirip tartışılan Ana Dilde Eğitim taleplerini ve bu talepler çerçevesinde örgütlenen bir toplumsal hareketi çeşitli veçheleriyle analiz ediyor. Yıllarca dar güvenlik/terör meselesi çerçevesinde ele alınan keskin politik ayrımlara indirgenen bir meseleyi farklı bir perspektiften ele almayı; bunu yaparken kuramsal ve tarihsel bir çerçeveye oturtmayı amaçlıyor.