…O’nu ölüme götüren ağır yükü taşıyormuşum gibi ve benzeri bir ölümün beni de beklediğini düşünerek, bitkin ve yorgun halde o acıyı en üst derecede duyacağım –doğrusu; bilhassa onu yeniden duymak için- aşağıdaki derenin kıyısına inerim…
Yani gariptir ki; büyük bir iştiyakla bu duyguya hep yakın olmak, onunla dolup taşmak ve peşinden köle vari sürüklenmek isterdim. Zira o duygu benim içimde, mekânla ilgili bütün şühudi idrak güzelliklerini de bir araya toplayan; acıklı bir ölüm merkezde olmak üzere etrafındaki zengin hatıralardan tecrit edilemeyen bir zemindir.
Ama olup bitmiş ve zaman olarak da bizden uzaklaşmış bazı acılar, ruhumuzda bulunan kendilerine has bir boşluğu doldurmuş gibi hep orada ve öylece kalırlar…
İşte o acılar ve hüzünler, solgun bir halenin ortasında hayal gibi durup, içimizde toprağımızın efsanelerine bürünmüş bir özlem ve ihtiram duygusu yaratarak, izhar ettikleri ölü-nurani ve çehreleriyle beni hep kendilerine çekerler…