Rusların Bitlis’i işgaliyle büyük bir korku yaşayan Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Ermeni’si panik içinde evlerini terk edip yollara koyulurlar. Korkunun girdabındaki insanlar için artık dönüşü olmayan acı, çile dolu muhacirlik günleri başlamıştır. Kışın zemherisinde bilinmeyene doğru yol alınırken alabildiğine takatten düşenlerin, nefis adına insani duyguları yitik, bedenleri açlığa yeniktir. Ayak bağı olan yaşlılarını, memedeki bebelerini, her şeyden sakındıkları çocuklarını kurttan kuştan korkmamaları için gözlerini bağlayıp köprü altlarına, duvar diplerine bırakıp ağlayışlarına kulaklarını kapamak zorunda kalarak yollarına devam ederler. Yol boyu onlarca donmuş çocuk, yaşlı bedenler yürekleri sızlatsa da takatten düşen aç biilaç insanlar bilir ki yarın aynı akıbet kendilerini beklemektedir. Gözde yaş kurur; acılarla kemikleşir bir zamanlar kendilerinde var olan o ince insani duygular. Kara kışa, soğuğa yenik düşenler; birer, ikişer, yüzer, peyderpey eksilir geriden geriye. Yol kesen eşkıyalar kartal misali, ayırım yapmaksızın vurup götürür Ermeni’yi, Türk’ü, Kürd’ü. Selvi boylu kızlara, genç kadınlara atların terekesinde her türlü zülüm edilir. Her bir kadının acı dolu feryadına kapanır çaresizce kulaklar. Savrulup atıldıklarında bir dere yatağına canlı ya da cansız bedenleri; çağlamak dahi istemez, buz keser dere utancından.