Sakin, huzurlu, mutlu, rengarenk, ışıl ışıl ve cennet bahçesi tasvirinin yeryüzünde karşılığı olan
bir kasaba, bir kütüphane, hiç okuru olmayan on binlerce kitap, cinler, periler, tılsımlar, totemler,
efsunlu ağaçlar, konuşan hayvanlar, unutulmuş tanrılar ve bir zamanlar onları yaratan ve yok eden
güç....
Coğrafi sınırları dahilinde olduğu devletin bu küçük kasabanın sınırlarından içeriye giremediği,
içinde yaşayanların dışarıya çıkmak istemediği, ahenkli ve masalsı yaşamının cevabı aranan bir
soru yüzünden hızla tek sesli, tek renkli, koyu gri bir distopyaya doğru sürüklenmesi.
Suç, inanç, ahlak, vicdan ve pişmanlık nereden gelip nereye gider? Peki ya gerçek bükülür mü?
Fantastik bir durum gerçeğin bittiği yerde başlamaz, o gerçeğin içindedir ve aklın
tanımlayamadığı yerde gerçeğin devamıdır.
“Burada çok kötü şeyler oldu. Kötü bir şey değil, şeyler... İlki başlayınca diğerini tetikleyen
zincirleme bir reaksiyon benzeriydi. Kısa sürdü ama korkunçtu. Bunu yapanlar kötü insanlar mıydı,
bilmiyorum. Çünkü, o kötü şeylerin üstünü kapatırsak öncesi ve sonrasında birer melek misali çok
iyiydiler. O kan donduran şeylerin olduğu zamana bakarsak da gerçekten bir iblisi kıskandıracak
kadar kötüydüler. Hangisine göre karar vereceğimi henüz bilmiyorum...”