“Ölümün gizemini öğrenmek istersiniz. Ama onu hayatın tam kalbinde aramadıktan sonra nasıl bulabilirsiniz ki? Geceleri gören baykuşlar, ışığın peçesini aralamadıkları sürece gündüzleri kördür. Eğer ölümün ruhuna ermek istiyorsanız, kalbinizi hayatın bedenine kocaman açın. Zira hayat ve ölüm birdir, tıpkı deniz ve nehrin bir olduğu gibi.”
Ermiş, yıllar sonra yurt edindiği kentten ayrıldı. Kendisinden halka hitap etmesi istendi. Kent halkı ona; aşktan evliliğe, suçtan cezaya, ölümden yaşama, güzellikten çirkinliğe değin pek çok konuda sorular yöneltti. Aldıkları cevap; kaklıyla haksızın, suçluyla suçsuzun, ayakta duranla düşmüşün aslında aynı insan olduğu; hoşgörü ve sevginin biçimlendirdiği insanî bir yaşamdan ötesi değildi. “Konuşan ben miydim? Aynı zamanda bir dinleyici de olmadım mı ben?” Hazineler değerindeki bu öğütten sonra, “Şafak seni çiy tanesine dönüştürüp bahçelere yağdırana, beni de annesinin göğsündeki bir bebeğe dönüştürene dek birlikte olacağız.”