Türkçülük, Türk tarihinin bilinen ya da bilinmeyen bütün
devirlerinde varlığını sürdürmüş; fakat ve maalesef en fazla,
Türklüğün zor zamanlarında adından söz edilmiş, sevdalıları
artmış, göze batmış bir davadır. Nasıl ki hastalıktan şikâyeti
olanlar hastanenin yolunu tutuyorsa, nasıl ki Cuma günleri
camiler dolup taşıyorsa, nasıl ki insanlar kırsaldan şehre göçüyorsa,
Türklüğün zor zamanlarında da Türkçülük daha fazla kişinin aklına geliyor,
daha çok kimsenin fikir gündemini meşgul ediyor.
Doğası ve mantığı itibariyle, Türklüğün meselelerine,
Türklerin sorunlarına çözüm sunma aracı olan Türkçülük,
bu doğal işlevini yerine getirmeye çalıştığı sırada, akla
gelebilecek her türlü fikir cephesinden, istisnasız olarak
bütün görüş cephelerinden engellerle, iftiralarla, isnatlarla,
eleştirilerle karşılaşıyor. Birbirine düşman olan görüşler ve
o görüşlerin sahipleri bile, mesele Türkçülük olduğunda, karşı cephede buluşuyor, ittifak ediyor. Kapitalistin ve komünistin, misyonerin ve tebliğcinin,
sömürülenin ve sömürenin, hizipçinin ve hizipsizin, faşistin ve demokratın vs...
aynı anda düşman olabildiği karşısında birleştiği, aynı cümlelerle eleştirdiği -belki de- tek dava
Türkçülük;
belki de tek kitle Türklüktür!