Hayatının son zamanlarında, odasının duvarlarını mantar levhayla kaplaması, “Albert Camus’nün kaleci olduğunu biliyor muydun?” ekolünden bir hikâye olarak akıllara kazınan Marcel Proust, edebiyat dünyasına meşhur bir anekdottan çok daha fazlasını kazandırmıştır. Başyapıtı Kayıp Zamanın İzinde’yi yazabilmek için on dört yılını veren yazar, eserinin yirminci yüzyıldaki en önemli yapıtlardan biri hâline geldiğini göremedi. Proust’un sıra dışı alışkanlıkları, inanılmaz detaycılığı, ailesi ve arkadaşlarıyla yakın ilişkisi, günümüzde pek çok okurunun ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu kitap da neredeyse her deneyimini kurgu bir eserin içine depolayıp hayatının büyük bölümünü ölümsüz kılmayı başarmış bir yazarı inceliyor.
Adam Watt, Proust’un kişisel ve estetik deneyinin ilk yıllarını ele alarak çocukluğu ile aile hayatından bazı parçaların, romanı için nasıl malzeme hâline geldiğini gösteriyor. Paris’in en ışıltılı dönemi ile Birinci Dünya Savaşı’nın hareketli arka fonunda, Proust’un iç içe geçmiş yaratım sürecini ve düşüşünü ilgi çekici bir anlatımla sunuyor.
“Watt, genellikle esprili ve asla ağır gelmeyen stili, canlı üslubu ve geniş bilgi birikimiyle olağanüstü bir yaşama yeni bir açıdan bakmamızı sağlıyor. Proust’un yakın zamanda basılan bu en iyi kısa biyografisi, yazarın mantar levha kaplı odalardan veya Madlen keklerden ibaret olmadığını gözler önüne seriyor.” |