Evde günlerdir bir matem havası esiyordu. Necla öylece yatıyor ne yaşıyor nede ölüyordu. Üstüne üstlük birde Cafer hapse düşmüştü. Kimsede mecal kalmamıştı. Olayları en derin yaşayan minicik bedeniyle Fatma'ydı; annesinin yüzü tanınmayacak halde olmasına rağmen... Elini her tuttuğunda ellerine biraz yanmış et parçası yapışmasına rağmen... Annesinin elini hiç bırakmıyordu. Ne yiyor ne içiyor ne de konuşuyordu. Sadece annesinin yanında oturup elini tutuyor onu hayatta tutmaya çalışıyordu. Aklı anlamasa da sanki ruhu olanların ve olacakların farkındaydı. Ne dedesi ne nenesi onu annesinin yanından uzaklaştırmayı başaramamıştı.
Çirkinin karşısında güzel... Kötünün karşısında iyi... Yalnızlığın karşısında kalabalık... Hastalığın karşısında sıhhat... Kısaca her siyahın karşısında beyaz her beyazın karşısında siyah vardı. Karşılığı olmayan tek mefhum ölümdür aslında... Yaşamın karşısında ölüm vardır ama ölümün karşısında yaşam yoktur... Hiçbir şey yoktur. Ölüm bu nedenle bu kadar ağırdır soğuktur. Acısını hafifletecek zıddı olmadığından kalıcıdır geçmez ve hafiflemez. Hep bir yaradır insanın bağrında... Üzüntülerin tahtında oturur; diğer bütün acılara babalık yapar. Ta ki biriktirdiği acılarla birlikte kendiside ölümü tadınca tükenir korkusu... Ne var ki geride kalanların yüreğinde acıya dönüşerek.
Ölüm hayatın renklerinden başka bir renktir başka bir şeydir.