Aşk konusunu merak eden herkes bu kitabı mutlaka okumalı!
Yayınlanmasıyla birlikte Paul Verhaeghe’yi kamusal bir figür haline getiren Yalnızlık Zamanında Aşk aşk tartışmalarına oldukça farklı bir bağlamda yaklaşıyor.
Aşka dair klişe övgülerden oldukça uzak olan bu kitap bize aşkın toplumsal doğasını anlatıyor. Ve bunu, Freud’un ve Lacan’ın kavramlarıyla ilişkilendirerek gerçekleştiriyor. Kitabın tartışma yaratmasının başka bir nedeni ise postmodern ilişkilere ışık tutmasıyla ilgili. Hepimizin gözleri önünde gerçekleşen olayları Verhaeghe bize geri yansıtıyor. Aşkın dürtüyle ilişkilendirilmesi ise psikanaliz okurları dışındaki okurlar için görece yeni bir olgu.
Kadın erkek ilişkilerinin zora girmesi, sevgililerin ilişkilerini sürdürmekteki gönülsüzlükleri, pek çok insanın git gide aile kurmaktan ve çocuk yapmaktan uzaklaşması bu kitapta enine boyuna tartışılıyor Eski ataerkil kurumların ortadan kalkmaya yüz tutmasıyla birlikte ortaya ne çıkacağını henüz tam olarak bilmiyoruz. Geçmişte kalmış otoriter yapıları tekrar canlandırmak için yapılan çağrılar daha kötülerinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Peki bunların dışında hem bireysel hem de toplumsal yaşamımızı düzenleyecek yeni ilkeler neler olabilir?
Verhaeghe temel desteğini psikanalizden alıyor ama aynı zamanda antropoloji, feminizm ve politikadan da besleniyor. Yalnızlık Zamanında Aşk hem çağımızı hem de yalnızlığımızı düşünmek isteyenler için bire bir!
YALNIZLIK ZAMANINDA AŞK ÜZERİNE
"Cinsellik ve aşk üzerine yazılan kitaplardaki fast food tarzı şeylerle karşılaştırıldığında Verhaeghe'nin kitabı tam
bir ziyafet mutfağı." (Gilbert Roox Standaard Dergisi)
"Aşk üzerine popüler kitaplar okuyucuya hazır cevaplar sunma eğilimindedir. Paul Verhaeghe doğru soruları soruyor ve sizi cevapları kendi içinizde aramaya davet ediyor - sonuç şaşırtıcı." (Miet Soubron Libelle)
PAUL VERHAEGHE HAKKINDA
Paul Verhaeghe, Belçikalı klinik psikoloji profesörü ve psikanalist.
Verhaeghe, 1998 yılında postmodern kadın-erkek ilişkisinin psikanalitik bir okuması olan Liefde in tijden van eenzaamheid (Yalnızlık Zamanında Aşk; yakında Axis Yayınları tarafından yayımlanacak) adlı kitabıyla tanındı. Zorluk derecesine rağmen kitap beklenmedik bir başarı elde etti ve o zamandan beri sekiz dile çevrildi. 2008 yılında Bezige Bij yayınevi tarafından kitabın gözden geçirilmiş bir versiyonu yayımlandı.
Verhaeghe 2000 yılına kadar ağırlıklı olarak Sigmund Freud ve Jacques Lacan'ın çalışmalarını psikanalistlere yönelik kullanışlı bir teoride birleştirmeye çalıştığı makaleler yayınlamıştır. Over normaliteit en andere afwijkingen (2000) ile DSM tanı sistemine bir alternatif sunmaya çalıştı; bu kitabın ABD baskısı On Being Normal and Other Disorders Goethe Ödülü'nü aldı. Bu çalışmada özellikle ilgi çeken bir nokta, ihmal edilmiş bir Freudcu tanı kategorisi olan "aktüel nevroz "u yeniden tanımlamasıdır. Burada, duygulanım düzenlemesi, kimlik oluşumu ve (bozulmuş) kişilerarası ilişkilerin etiyoloji düzeyinde birleştiği aktüel patoloji kategorisi, çağdaş akıl hastalığının teşhis ve tedavisi için daha yararlı bir temel sunmak üzere önerilmektedir.
2000 yılından kısa bir süre sonra, IPA (Uluslararası Psikanaliz Birliği) himayesinde nörobilim ve psikanaliz arasındaki bağlantı üzerine çalışan bir çalışma grubunun parçası oldu. Diğerlerinin yanı sıra Jaak Panksepp ve Mark Solms ile yaptığı işbirliği, onu insanları yalnızca psikolojik veya somatik düzeyde anlamaya çalışan herhangi bir yaklaşımın yararsızlığına ikna etti. Bu temelde, Het einde van de psychotherapie'de (Psikoterapinin Sonu) psikolojik ve psikiyatrik bozuklukların nörobiyolojik, kalıtsal hastalıklara indirgenmesine karşı ve Identiteit'te (Kimlik) psikolojiye pozitivist ve bireyci bir yaklaşıma karşı çok eleştirel bir tutum benimser.
New studies of old villains: A radical reconsideration of the Oedipus Complex (2009) adlı kitabında Verhaeghe, Freudcu ve Lacancı Oedipus kompleksi hakkındaki görüşlerini detaylandırmıştır.
2010 yılında Louise Bourgeois Stüdyoları (New York) tarafından Bourgeois'nın çalışmaları üzerine bir deneme koleksiyonu üzerinde birlikte çalışmak üzere davet edildi. Bourgeois'nın günlüklerine tam erişimi olan ilk kişilerden biriydi ve bunlara dayanarak Bourgeois'nın çalışmalarına yeni bir yaklaşım sunabildi.
Yeni milenyumun başında, dikkatini toplumsal dönüşüm ve psikiyatrik tanı etiketlemesinin (DSM) giderek artan hakimiyeti ile birlikte ruhsal bozuklukların patlayıcı büyümesi arasındaki ilişkiye çevirdi. Dublin'deki bir açılış konuşmasında (2007), DSM tanılarının birleşik etkisi ve psikoterapinin kanıta dayalı uygulamalara indirgenmesi nedeniyle klasik psikoterapinin yok olduğunu belirtti. Bu fikirler, kısa sürede on baskı yapan Het einde van de psychotherapie (Psikoterapinin Sonu) (2009) adlı kitabında daha da detaylandırıldı.
Departmanı tarafından yürütülen tükenmişlik ve depresyon araştırmalarına dayanarak, dikkati giderek toplumdaki ve iş organizasyonundaki değişikliklerin birleşik etkilerine odaklandı. Bu fikirlerini 2010 yılında Oikos Akademi'de verdiği bir konferansta detaylandırdı. Bu konferansın hem basılı (Verhaeghe, 2011) hem de dijital hali (düşünce kuruluşu Liberales'in web sitesi) büyük ilgi gördü ve 2011 yılında Liberales tarafından 'yılın makalesi' ödülüne layık görüldü.
Daha sonraki araştırmaları onu, çağdaş kimliğin zorlayıcı bir neoliberal ideolojiye dayandığı ve böyle bir kimliğin evrimsel olarak kökleşmiş sosyal doğamıza aykırı olduğu sonucuna götürdü. Ocak 2012'nin sonunda, Belçika'daki ulusal grev sırasında Verhaeghe, Ghent'teki Vooruit sanat merkezinde neoliberalizmin siyaseti nasıl ortadan kaldırdığını açıklayan keskin bir halka açık konferans verdi. Aynı yılın ilerleyen günlerinde Antwerp'te yıllık Paul Verbraeken konferansını verdi ve burada üniversite ve hastaneyi örnek olay olarak kullanarak neoliberalizmin sosyal Darwinizmin çağdaş bir biçimi olduğunu savundu. Metnin yayınlanması Flandre'da büyük ilgi gördü. Bu konuşma 2012 sonbaharında yayınlanan Identiteit (Kimlik) kitabının iki bölümünde yeniden yer aldı. Hem Hollanda'da hem de Flandre'da bu kitap hem sol hem de sağ kanattan geniş bir kitleye ulaştı ve daha sonra Almanca ve İngilizceye çevrildi.
Kimlik'in ilk bölümünde Verhaeghe, psikolojik kimliğimizin sağlam temellere dayanan evrimsel bir altyapının üzerine inşa edildiğini savunmaktadır. Evrimsel olarak insan, iki karşıt davranış eğiliminin iş başında olduğu sosyal bir hayvandır: Bir yandan topluluk ve paylaşıma yönelirken, diğer yandan bireycilik ve almaya yönelir. Kimliğin inşasında bu iki eğilimden hangisinin hakim olacağı büyük ölçüde toplumsal model tarafından belirlenir. İkinci bölümde, çağdaş toplumu neoliberal olarak, neo-liberalizmi de sosyal Darwinizmin yeni bir versiyonu olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle Verhaeghe'ye göre kimliğin eşzamanlı gelişimi, insanın sosyal doğasına aykırı olduğu için çok olumsuzdur. Eğitim, bilimsel araştırma ve sağlık hizmetlerinin yapısı ve organizasyonu bunu örneklemek için vaka çalışmaları olarak kullanılmaktadır. Son bölümde, neoliberal ideolojinin artık kimliğimizin bir parçası olduğu göz önüne alındığında, değişimin aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşmesi gerektiğini savunmaktadır. Son zamanlarda yeni bir konuya yönelmiştir: ataerkil otorite ve onun ortadan kalkması.
Paul Verhaeghe iki yüzden fazla makale ve çok sayıda kitap yayınlamıştır. Yayınların tam listesi Ghent Üniversitesi web sitesinde ve yazarın web sitesinde bulunabilir:
https://www.paulverhaeghe.com/books.html
YALNIZLIK ZAMANINDA AŞK’TAN ALINTILAR
“British Museum'a gerçekleştirdiğim her ziyaret benim için duyusal bir deneyim haline geliyor. Farklı galerilerde dolaşırken somut bir biçimde gözlerimin önünde duran atalarımın tarihine baktığımda, o zamanlar hayatın nasıl olduğunu, Lindow adamının ölümü ne şekilde deneyimlediğini, bir taş üzerine oyulmuş el ele tutuşan Mısırlı bir çiftin rüyalarının acaba neler olduğunu hayal etmeye çalışıp dururum fakat başardığımı söyleyemem. Onların deneyimleri muhtemelen hayal edilemeyecek biçimde farklıydı. Huizinga'nın tarihle ilgili klasik eserlerden biri olan The Waning of the Middle Ages, tam da bu farklı varoluş biçimini çok inandırıcı bir şekilde anlattığı için klasiktir.”
“Farklılığımıza rağmen yine de onlarla net bir bağlantımız var. Müze vitrinlerinin ardından bize bakmakta olan bu insanlar da tıpkı bizi motive eden şey tarafından motive edilmişlerdi bir zamanlar çünkü aksi halde bu vitrinlere ihtiyaç duyulmazdı. Yakın arkadaşlarımdan biri durumu kısa ve öz biçimde şu şekilde özetledi: Bu motivasyon her zaman seks ve ölümle ilgilidir.”
“Aynı zamanda, ömür boyu süren sevgi dolu bir ilişki, hem gençlerin hem de yaşlıların hala hayalini kurduğu şeydir. Gerçekte bunu başaramamak, onu daha derin bir şekilde hayal etmeyi ve üzerine daha yoğun bir çaba sarf etmeyi ortaya çıkarır. Vurguda önemli bir değişim olmuştur: Eskiden öncelikli vurgu seksken artık onun yerini güvenlik almıştır. Aşk, yalnızlık zamanının bir ilacıdır.”
“Freud, aşk hakkında yazar, Lacan da öyle. Bu biraz alışılmışın dışındadır çünkü aşk konusu bilimsel bir söylem olmaya uygun görülmez. Beşeri bilimlerde vurgunun en azından ilişkiler üzerinde olması gerekir: "Bozuk ilişkiler", "iletişim sorunları", "cinsel işlev bozuklukları" vb. Bilim dünyasında, aşk fikri, nihayetinde hormonlara ve genlere dayalı koşullara indirgenmesi gereken bir şeyin şiirsel ve dolayısıyla yarım yamalak bir tanımı olarak görülür. Bu nedenle Freud'un ilgisi, özellikle aşkı dürtülerin yanında ve onlardan bağımsız ayrı bir konu olarak incelediği için daha da dikkat çekiciydi. Bir şey farklıydı ama neydi? Onu tarif etmeye çalışmak bir imkânsızlıkla eşdeğerdi. Hem Freud hem de Lacan, âşık olmak ve aşk arasında bir ayrım yapar. Freud, âşık olmayı hipnoza ilişkin bir şey ya da sanki bir büyü etkisi olarak görür. Lacan, âşık olmanın narsisistik yönlerini tanımlamak için bir neolojizm 'L'hainamoration' -haine, amour, admiration (nefret, aşk, hayranlık)- sunar. "Ayna ayna söyle bana, en güzeli kim?" —ötekinin yansımasında kendimizi sever ve ondan nefret ederiz. En güçlü afrodizyak, birinin bize aşkını ilan etmesidir.”