“Onun kahkahasını duydunuz mu hiç? Buradan (ağzını göstererek) gülmezdi o, buradan [karnından] gülerdi. Şiddetli, derinden bir kahkaha. Çok nadir bulunan bir kahkaha… Onu gibisi asla gelmez.” Bukowski’nin barmen arkadaşı Ruben Ruada, onu bu kahkahalarıyla hatırlıyor. Bugün kanonlaştırılmış bir isim olsa da Bukowski uzun yıllar dünya edebiyatının sıra dışı, marjinal ve dışlanmış yazar prototipinin en önemli örneği olmuştur. Bukowski’nin hayatında öne çıkan unsur, Heidegger’in Geworfenheit’ındaki ve Jim Morrison’ın “atıldığımız bu dünyaya” sözündeki anlamıyla varoluşsal atılmışlıktır. Bukowski etrafını saran boş “beyaz hava”yı sonsuz bir defter gibi tahayyül ettiği için hiç durmaksızın yazdı. Yabancı bir dünyada “yabancı olmanın” ezici duygusu başından beri dünyaya bakışında ve metinlerinde belirleyici olmuştur. Harvard, Oxford, Columbia, Chicago ve California Üniversiteleri gibi çok sayıda prestijli kurumda dersler veren ve aralarında Bukowski’nin kitapları da bulunan çok sayıda metnin okuyucuyla buluşmasını sağlayan David Stephen Calonne’nin kaleme aldığı bu biyografi, yirminci yüzyılın en üretken ve çılgın yazarlarından birinin hayatını metinlerinin ışığında daha iyi anlamımıza yardımcı oluyor. Türkçeye çok sayıda eseri çevrilen ve okuyucuların büyük bir tutkuyla okudukları “Pis Moruğun”; travmalarla dolu çocukluğundan, edebiyat dünyasına girme çabalarına ve aile ilişkilerinden dostlarına varıncaya dek çok katmanlı bir yapıda önümüze sunulan hayatı, otobiyografik unsurlarla dolu şiirlerini ve romanlarını daha iyi anlamamıza kapı aralıyor.