“Bazı geceler öyle yalnız hissediyorum ki kendimi, devasa bir kara delik beni yutacakmış gibi. Yutacak ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Sonsuz bir düşüş. Keşke yere çakılsam, diyorum. Yere çakılsam ve bu düşüş bitse. Böyle gecelerde en az bir paket sigara içiyorum, sarhoş oluyorum, yüzüne bile bakmak istemediğim insanları telefonla arıyorum.
Evet, yüzlerine bile bakmak istemiyorum. Yalnız kalmış olmasam asla aramam onları. Belki küçümsüyorum. İki sayfa kitap okusam daha iyi geliyor bana. Kitap okurken daha az yalnız hissediyorum. Ölü yazarlarla konuşuyorum, bu dünyayı çoktan terk etmiş müzisyenlerin şarkılarında doyuruyorum ruhumu. Sanki sevdiğim her şey ölü. Canlı hiçbir şeyi sevemiyorum.”
***
Aşinası olduğumuz fakat tam da bu aşinalık yüzünden hikâyelerini
ıskaladığımız sesleri duyuruyor Merve Tarhan İstiridyenin Anatomisi’yle. Hiç oyunsuz, olağanca sıradanlıklarıyla kenardakileri duru bir Türkçeyle çağırıyor; vurgu daima yaşamla insan arasındaki
uzunca bağın düzensiz ilmeklerinde. Apartmanın huysuz teyzesi, babanın hak edilmiş sevgisi, bu çağın çok sesli erkekliklikleri, o filmi hatırlatan sevgililer, bütün bütün yanlızlıklar, bir türlü acısı
çıkarılamayan öfkeler var bu öykülerde. Kederi yüklenmekte gayet cömert .yküler bunlar ama neşeyi de arayan buluyor, hep olduğu gibi.