Sekiz ay kışı yaşayıp, dört ay yaz yaşamanın adı umutla direnmektir. Bazı hayatlar var ki, o kadar çilekeştir. Öyle bir hayatı sende yaşamaktan korkarsın. Bedbaht ve de karmakarışık... İşte bizim hayatlarımız böyledir. Yarını olmayan günleri yaşadık; suçu hep kadere attık, kader utansın dedik. Oysa kaderden önce bizim hayatımızı şekillendiren utanacak o kadar insan vardı ki; ne utandılar, ne de yüzleri kızardı. Sonunda utanan yine biz olduk.
Yanlış anlamayın; biz utanılacak suçlar işlemedik. Biz yapılanlardan haksızlıklara, yapılan eşitsizliklere utandık. Umut ektik yüreklere, hep hüzün biçtik. Emeğimizin kölesi, adamlığımızın efendisi olduk. Namerde el avuç açmadık, yıkılmadık. Alın teri döküp, çoluk çocuğumuzla helal ekmeği bölüştük. Soframıza kuru ekmek koyup, kuzu tadında yedik. Birileri önce ekmeğimize göz koydu; sonra aşkımıza, işimize... Biz karşı durdukça ezdiler, ezebildikleri kadar.
Saçak altında yaşayan serçeler gibi korumasız ve yalnızdık. Taş atan kırdı kanadımızı uçamadık, bir yere gidemedik. Ömrümüz boyunca kanadı kırık serçeler gibi avcıya av olduk.
Gözyaşlarımızı içimize atıp, gülümsedik. Yeter ki onurlu olsun hayat mücadelesi; er ya da geç hak eden hakkını alacaktır diyerek.
Tarlada ırgattık, ahırda dağda bayırda çoban... Köyde efendi, şehirde cahil diye anılırken de yeryüzünde en kutsal değer olan insandık. Bu anlattıklarımda insanın insana yaptığı haksızlıklar, karşılıksız sevdalar, en önemlisi emek mücadelesi verdiği bereketli toprakların kara yazılı kara mizah öyküleridir. Acı da olsa bizlerin yaşantısıdır. Anlattıklarım, kanadı kırık serçelerin gözlerindeki yaşama umududur.