Osman Cemal Kaygılı, unutulmaz eseri Çingeneler’de İstanbul’un kenar mahallelerini olanca ıssızlığıyla anlatıyor. Çingenelerin kimler olduğu, onlara neden Çingene dendiği ve onların kendine ne dediği gibi soruların cevabını veren bu eser, bir roman olduğu kadar aynı zamanda tarihi ve sosyolojik bir kaynak niteliğinde.
Topçular’daki basit bir harman yerinde arkadaşıyla birlikte Tepebaşı’na bakarken Karmen çalmasıyla hayatı değişen İrfan Bey’in hikâyesini odağına alan eserde, görmezden gelinen insanların mücadeleye ve umuda dayalı hayatları aktarılıyor. İrfan Bey’in Çingenelerle dostluğu insanı kâh hüzünlendiriyor kâh gülümsetiyor. Güngören, Tozkoparan civarındaki derme çatma Çingene çadırlarından Kâğıthane Deresi üzerindeki alemlere uzanan bu roman, bize eski İstanbul manzarasının yanı sıra şehrin renkli gece hayatını da sunuyor.
Çingenelerin dilleri, kültürleri, tarihleri, inanışları ve sosyal yaşamları; toplumsal önyargıların gölgesinde aktarılırken akrabalık bağları, dostlukları, düşmanlıkları da sanki oradaymışız gibi sunuluyor. Ve elbette İrfan Bey ile onun müzik tutkusu da…
Osman Cemal Kaygılı
22 Eylül 1890’da İstanbul’da Eğrikapı dışında Yenimahalle’de doğdu. Babası mahallenin bakkalı Mehmet Mustafa Efendi ile annesi Gülfem Hanım’ı küçük yaşlarında birbiri ardından kaybetti. İlköğrenimini Cezri Kasım Paşa İlkokulu’nda yaptıktan sonra Eğrikapı Merkez Rüştiyesi’ni bitirdi. Ardından Menşe-i Küttâbı Askeriye’yi (bir çeşit askeri kâtip okulu) tamamladı. Genç yaşında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi’nde kâtip oldu (1906). 1909 yılında terfi ederek Kıtaat-ı Fenniye Müfettişliği kalemine nakledildi. Bir aralık Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikastla ilgili sürgünler arasına katılarak (Ulunay, Refik Halit, vb.) Sinop’a sürgün edildi (1913). Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürgünde kaldı. Seferberlik ilan edilince seyyar tümenlerde bir müddet kâtiplikle dolaştı. En son görevi o zaman Menemen civarında bulunan Kırk altıncı Tümen İdare Kâtipliği oldu. 1917 yılında hastalanarak İstanbul’a geldi. 28 yaşındayken Askeri Kâtiplikten malûlen emekli edildi (1918). Askerlikten ayrılınca İstanbul’da Otakçılar’daki evine yerleşti. Bir müddet inek besleyip sütçülük yapmak istediyse de az zamanda iflas etti. Babadan kalan tek mülkü evi yanınca Osman Cemal, şehre uzak olmasına rağmen surdışındaki tarlalar ortasında, ağaçlık, çayırlık Otakçılar Mahallesi’nden ölünceye kadar ayrılmamıştır. Yazıları Babıâli piyasasında para edinceye kadar çok zaman geçmiş, çok az olan emekli maaşına eklemek için birtakım işlere girip çıkmak zorunda kalmıştır. Mütevazı bir halk çocuğu olduğundan her işi yapmaya hazırdı. Mevsiminde dağlardan kocayemişi toplar, İstanbul’da sepet sepet satar, Haliç vapurlarında biletçilik ederdi. Mütarekenin ilk yıllarında bir aralık semt pazarında seyyar manifaturacılık da yapmıştı. Yalnız yazarlıkla geçinmenin zorlukları karşısında 1925 yılında kurulan İstanbul İmam Hatip Okulu’nda Türkçe hocalığı almış, sonra Çemberlitaş Erkek Ortaokulu’na geçmiş (1931), sonunda ölümüne kadar çalıştığı Fener Rum Kız Lisesi’ne tayin edilmişti (1932).
İlk karısı veremden ölmüş, ölümü ile dul bıraktığı ikinci karısı Sabriye Hanım’la 1935 yılında evlenmişti.
1943 yılında hastalandı. Ertesi yıl hastalığı arttı. Ciğerlerinde verem, midesinde kanser vardı. Başarısız bir ameliyat sonunda 9 Ocak 1945 tarihinde 55 yaşındayken Gureba Hastanesinde öldü. 11 Ocak’ta Otakçılar, Tokmaktepe’deki aile mezarlığına gömüldü.
Daha okul sıralarındayken edebiyata heves eden Osman Cemal’in ilk yazısı Baha Tevfik’in çıkardığı Eşek adındaki mizah dergisinde yayımlanmıştır. Ardından bu dergide bir hayli yazısı çıktı. Arada bir Karagöz gazetesinde de mizahi manzumeler yayımlıyordu. Şebâp (1920) adındaki edebiyat dergisinde de yazıları çıktı. Emekli olduğu tarihten yazılarının para edip profesyonel olmasına kadar zaman geçmiş epeyi sıkıntılar çekmiştir.
Yazarlığı meslek edinmesi, Babıâli’de sürekli olarak çalışması Alay adındaki mizah dergisiyle başlamıştır (1920). O sırada çıkan Şeytan adındaki bir diğer dergiye de yazılar verdi. Mütareke yıllarında Aka Gündüz’le Ercüment Ekrem Talu’nun çıkardıkları Alay, Osman Cemal’in yazılarını sürekli olarak yayımladığı ilk dergidir. Sürgünde iken yazdığı (30 Ocak 1913, Sinop) İlk büyük hikâyesi olan Çuvalcı Şeyhinin Halefi’ni burada yayımlamıştı (sayı:5, 7 Şubat 1920). Bundan sonra Sinop’ta sürgündeyken yardımları dokunan Ulunay ve Refik Halit’in tavsiyeleriyle mizah alanına yerleşti, Aydede (1922) adındaki mizah dergisinde çalışmaya başladı. Kendisi de bir aralık Ayîne (1921) adında bir mizah dergisi çıkardı. Sedat Simavi’nin çıkardığı Güleryüz (1921-23) ve Akbaba (1. ve 2. yıl) dergilerindeki yazıları ününün genişlediği sıralara rastlar. Onu bundan sonra gündelik gazetelerde görüyoruz. Fıkralar, hikâyeler, mizah yazıları, roman tefrikaları yazıyordu. Mihran ve Ali Kemal’in Sabah, Ahmet Cevdet Bey’in İkdam, Cumhuriyet, Yenigün, Son Saat, Vakit, Son Posta, Haber, Açık Söz, Hakikat, Son Telgraf gazetelerinde çalıştı. Yazılarında kullandığı takma adların en yaygını Anber’di ve ilk önce Yıldız dergisinde kullandı (1924).
Osman Cemal ayrıca tiyatroya da meraklıydı. Ortaoyununda kavuklu, pişekâr, zenne rollerine çıkar taklitler yapardı. Darülbedayi’de kendi İstanbul Revüsü piyesinde ilk kez sahneye çıkmış, 1937’den sonra da Şehremini ve Eyüp Halkevlerinde oynamıştı.
Onun bir de İstanbul’u bütün özellikleriyle tanıtan folklor araştırmaları yapan yönü de vardı. Çoğu gazete sayfalarında kalan yazılarının İstanbul’un özelliklerini araştıracaklara büyük yardımları olacaktır. Eserleri arasında Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda! (1938), Çingeneler (1938), Bekri Mustafa (1944), Aygır Fatma yer alıyor.
Kitap haline gelmemiş, gündelik gazete sütunlarında kalmış birkaç romanından önemli iki tanesi, Açık Söz gazetesinde yayımladığı, anılarının toplamı Akşamcılar adındaki tefrika ile Son Telgraf’ta çıkan Kovuk Palas adındaki eseridir.
Haber gazetesinde tefrika ettiği İstanbul Argosu Lügati, İstanbul Eminönü Halkevi yayınları arasında çıkmıştı. İstanbul’da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri’de aynı yerde çıktı (1937).
Osman Cemal’in tiyatro eserleri de vardır. Halkevleri sahneleri için yazdığı piyeslerden başka Bana Benziyor mu? (Eyüp Halkevi’nde oynanmıştı.) ve BasınYayın Umum Müdürlüğü’nün bastırdığı üç perdelik Üfürükçü adında bir piyesi vardır.