“Bizi dinle ey özgürlük ve duy bizi! Yıkık dökük kulübelerde, fakirliğin ve baskının gölgesinde, senden merhamet dileyerek bağırlarını dövüyorlar. Patika yollarda, evlerde, gençler seni çağırıyor. Mahkemelerde ve saraylarda ihlal edilmiş yasalar sana yükseliyor.
Konuş ey özgürlük ve öğret bize! Ezelden beri karanlıkta yaşıyoruz. Bizi mahkûmlar gibi o hücreden alıp öbürüne koydular ve hep alay ettiler. Ne zaman şafak doğacak? Yılların horlanmışlığını daha ne kadar taşıyacağız? Birçoğumuz taşlandı, birçoğumuzun boynuna boyunduruk takıldı. Bu insanlık dışı suça daha ne kadar katlanacağız? Mısır’ın köleliği, Babil’in sürgünü, İran’ın zulmü, Romalılar’ın gaddarlığı ve Avrupa’nın açgözlülüğü... İşte bunlara göğüs germek zorunda kaldık biz. Şimdi nereye gidiyoruz ve bu zorlu yolun sonundaki yüce sona ne zaman varacağız?”
* * *
Toplumun ve yasaların acımasız dayatmalarını ancak amaç edinenler dert edinir. O dert, isyanın fitilini ateşler. Kimi aşk, kimi adalet, kimi de özgürlük için başkaldırır. Yaşamla cenge durmayanın yapacağı bir eylem değildir. İsyan keskin bir duygudur.